top of page
Yazarın fotoğrafımeymuneseymadilek

AYŞE'Yİ ANLAMAK

Uykumun delik deşik olduğu bir gecenin sabahına uyandım bugün. Uyuyamadım, uyudum tekrar uyandım. Uyuduğumda ise korkulu düşler gördüm. Böyle gecelerde; kafamı, sanki içini yüzlerce kurdun kemirdiği kanlı, ağır bir et parçasına benzetirim. Yüzlerce kurt başıma üşüşür, ben onları uzaklaştırmaya çalışıp ellerimi başımın arasına alsam da nafile… Yatakta bir o yana bir bu yana dönsem de… Kalkıp gezinsem de fayda etmez. Etmedi. İşte bugün, yine böyle bir gecenin sabahına uyandım. Ve kanlı, ağır, yaralanmış başımı yastıktan kaldırdım.

Aynada yüzüme baktım: Solgun ve yorgun yüzüm bana çirkin göründü. Ne kadar kendime şefkat göstermeyi istesem de gösteremedim. Böyle zamanlarda yani mutsuzken şefkat her nedense kaybolup gidiyor benden. Tam da en çok ihtiyacım olduğu sırada. Apar topar hazırlandım. Üstüme yakıştığını düşünerek aldığım uzun gri paltomu, siyah topuklu çizmelerimi, yorgun başımdan sarkan düşüncelerimi, uykulu gözlerimin ardına saklayarak evden çıktım. Saçlarımı taramaya bile vaktim olmadı. Soğuk hava biraz iyi geldi. Havayı içime bile değil özellikle kafamın içine çekmeye çalışarak yürüdüm. Yürürken türlü şeyler düşündüm: Niçin ben de diğer insanlar gibi olamıyordum? Geçende patron yine böyle geçirdiğim bir gecenin sabahında, yaptığım işin bir kusuru için beni uyarınca “Bugün kafam pek yerinde değil de.” deyivermiştim. Patron “Yerinde olacak kafanız!” cümlesi ile cevaplamıştı arz-ı hâlimi. Arkadaşlarım şaşırarak bakmıştı bana. Kendime en yakın bulduğum arkadaşıma anlatmıştım duygularımı. Duygularımı ona onaylatmak isteyerek… Onaylamadı. İşine baktı. Ben de çok uzatmadım. Öyle yaparım hep. Sözümü çok uzatmam. Sözün yarısı dışarıda yarısı içimde kalır. İçimde kalan sözler geceleri anlattığım kurtlara dönüşür. Sözü uzatmam ama en alakasız yerlerde söyleyivermek gibi bir huyum vardır. Çok ciddi bir iş görüşmesinde veya patron hesaba çekerken pat diye öyle içimden geldiği gibi… “Bugün kafam pek yerinde değil de.”

Bir arkadaşım vardı. Vakti zamanında bana: “Ayşe, demişti. İki şey senin felaketin oluyor. Birincisi herkesi kendin gibi bilmek, ikincisi içinden geçenleri olduğu gibi karşı tarafa aktarma mecburiyetini kendinde hissetmek…” Arkadaşım bilmiyordu ki “içimden geçenleri karşı tarafa olduğu gibi aktarmadığımı” olduğundan daha azını aktarıp kalanların geceleri başıma üşüştüğünü hatta beynimi yediğini ve sabahları tıpkı bu sabahki gibi zor kalkmama sebep olduğunu… Bilmiyordu. Ama söylediğini alıp kabul ettim. Arkadaşlarımın söylediklerine çok değer veririm. Yıllarca içimde değer bulmuş ne cümleler ne sözler var bilseniz “Bunu da mı unutmadın, bunu da mı boş vermedin?” derdiniz. Niçin unutayım ki? Nasılsa vakti zamanında unuttuklarımız bir gün kendini hatırlatıyor. Karşımıza dikilip “İşte buradayım.” diyorlar. En iyisi unutmamak diyorum ben de. Nice unuttuğum şey vardı ki sonradan aniden karşıma çıkıp kendilerini hatırlattılar ve canım yandı. Sonra da işte geceleri böyle uyuyamaz oldum. Gecelerimin böyle kâbuslarla geçmesinin bir nedeni de, geçmişte unuttuğumu sandığım şeylerdir. Ben de artık unutmamayı tercih ediyorum, ileride bana daha büyük sıkıntılar vermesin diye. Arkadaşımın diğer söylediği “herkesi kendim gibi bilmek” felaketini ise tam olarak anlamlandırabilmiş değilim. Bu da kafamın kurtlarından biridir. Çok düşündüm ama bulamadım. Sadece şununla bağlantı kuruyorum: Hâlihazırda memnun olmadığım ve zar zor girebildiğim bu işimden önce yoğun bir iş arama telaşı içindeydim. Bir iş görüşmesinde iş yeri sahibi “Çok temizsiniz. Çok temizsiniz.” deyip durmuştu. “Hep böyle kalın: nahif, temiz…” Adamın “temizliğime” olan övgüsünden ve şaşkın bakışlarından ayrılırken “mutlaka” bana dönüş yapacağını zannediyordum. Çünkü öyle söylemişti. “Olumlu veya olumsuz mutlaka dönüş yaparım.” demişti. Ben de bir süre bekledim. Dönmedi. Nedense aklıma bu anım gelir. Diyorum ya, her şey birbirini çağrıştırıyor. Acaba o kişi beynimi kemiren kurtların bıraktığı kanlı parçaları görseydi yine de beni temiz görür müydü? Demek ki sadece ben hissediyorum bunu çünkü hayatım boyunca tanıdığım herkes, o iş yeri sahibinin söylediklerine benzer şeyler söylemişti hakkımda. Ne diyordu rahmetli anneannem “Hayvanın alacası dışında, insanın alacası içinde, yavrum.” Benim de alacam içimde, kafamın içinde. Kafamın içindeki alacayı tümden oturup yazmak istiyorum bir gün. Yazarak onu kâğıda boşaltmak… Böylece sağalırım belki. Eskiler, birinin vefatından sonra “Başın sağalsın.” derlermiş. Bu deyiş, bugüne kadar gele gele anlamından çok şey yitirerek “Başın sağ olsun.” olmuş.

İşte ben de yazarım: Geçmişe ait kanlı parçalarım benden sağalarak bir yere akıp gider. Kâğıda… Aka aka bir kitap haline gelir. Kitapta neler olmaz ki? Başımı sağaltacak türden çok sayıda kayıplar; ayrılıklar, terk edilişler, terk edişler ve ölümler… Kitabın ismi “Ayşe’yi Anlamak” olur. Daha afili bir isim bulamadım. Pek çok konuda olduğu gibi “afili” olmak konusunda da iyi değilim. Bence arkadaşımın söylediği “felaketimi getiren maddelere” bir üçüncüsünü ekleyecek olursak: Bu çağda bir şey olabilmek için, önce bir şey gibi görünmek ve bu görünürlüğün afili olması gerektiği ve benim hiçbir zaman böyle olamayacağım gerçeğidir. Neyse, tek istediğim berrak bir zihne kavuşmak. Bu yazı, bir gün çıkacak olan kitabımın ön sözü olsun. Kitap çıktığında hem başım sağalmış olacak hem de Ayşe’yi anlamış olacağız.

77 görüntüleme2 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Sonbahar Üzerine

Zamanı geldi, Ankara her geçen gün aydınlık günlerini kaybediyor. İnsanın içini daraltan gri bulutların seferberliği başladı gökyüzünde....

DİŞ KİRASI

En kötüsü de ne biliyor musun: Daldaki meyvenin, bağdaki sebzenin tadı kalmadı sen gidince. Ne üzüm asmasındaki koruktan zevk alıyorum ki...

2 Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating
hatkim38
Mar 12
Rated 5 out of 5 stars.

Çok beğendim

Like
meymuneseymadilek
meymuneseymadilek
Mar 13
Replying to

Çok sevindim beğenmenize. 🙏

Like
Yazı: Blog2_Post
bottom of page