top of page
renaperisun

KİMSENİN 2. KEZ UĞRAMADIĞI ADANIN ZÜMRÜT USTURLAP EFSANESİ

Ben Prenses Şehriçiçek. Kimsenin 2. kez uğramadığı adanın zümrüt usturlap efsanesinden bahsetmek için yazıyorum bunları. Çünkü birinin muhakkak anlatması gerek. Daha ne kadar dayanabilirim bilmiyorum. Dayanma gücümü her geçen saat biraz daha eriten şey açlık, susuzluk vb. değil. O şey bu. Güneş kahverengisi gözleriyle her biri tek taş misali parlayan bir çift bakışını üstümden atamadığım arsız Kimim şahsı. En iyisi her şeyi baştan anlatmak. Her şey bundan 4 ay 21 gün önce sarayımızın güney koridorlarında yeşil şeytanların izlerini bulan büyücümün zehirlenme kaynaklı ani beyin ölümüyle başladı. Bizim için sarsıcı bir kayıp oldu. Bu kayıpların devam etmemesi için de yeşil şeytanları saraydan kovmanın bir yolunu bulmaya mecburduk. Su yosunu beyinli bu yaratıkların en berbat özelliği bitki kılığına girebiliyor olmalarıdır. Böylece bitkilerin baş tacı olduğu krallığımızda rahatlıkla gizlenebilirler. Onları ayırt etmek ise imkansızdır. Çünkü alemin en hızlı yaratıklarındandırlar. Siz onları bir bitki formunda tespit edip etkisiz hale getirene kadar, onlar çoktan başka bir bitkiye dönüşmüş olur. Yeşil şeytanlardan kesin bir şekilde kurtulmanın tek yolu, kimsenin 2. kez uğramadığı adaya saklanmış zümrüt usturlabı ele geçirmek, ve usturlabın dolunay gecesi gösterdiği yıldızın yaşı kadar ağacın kökünü toplayıp kaynatarak çıkan su ile krallıktaki tüm bitkileri yıkamaktır. Bu gerekliliğin en zor kısmı zümrüt usturlabı ele geçirmektir. Çünkü efsaneye göre zümrüt usturlap, kimsenin 2. Kez uğramadığı adaya yeşil şeytanların gezegenimize indiği gün gömülmüş ve o günden beri bir daha gün ışığına çıkarılamamıştır. Efsaneler kimsenin 2. Kez uğramadığı adaya gitmenin zor olmadığını ama oraya ayak basan her kişinin ansızın uykuya daldığını ve uyandığında da kendini kimsenin 2. Kez uğramadığı adanın kardeş adası olan kimsenin 2. Kez kurtulamadığı adada bulduğunu söyler. İtiraf etmeliyim ki bu beyanatlar ilk başta gözümü korkutmuştu. Ama sarayı ve halkımı korumak için bunu yapmak zorundaydım. En azından denemek. Hazırlıklarımı yapıp yola çıktım. Akıllı bir mürettebatım ve güçlü bir gemim vardı. Tül gibi denizin geveze mavi bukleleri arasında haftalarca orsasına seyrettik. Nihayet kimsenin 2 . kez uğramadığı ada göründüğünde kamaramda saçlarımı taramakla meşguldüm. Adaya demir attık. Tüm ağaçların üstünde, ortalarında bir bardak gibi boşluk olan tozpembe acayip yemişler gördük. Gemiden inmeden önce, efsanelerin söylediği gibi uyku basması ihtimaline karşı tüm adamlarımın giysilerine krallıktan ayrılmadan önce özel ürettirdiğim gümüş zillerden bolca taktırdım. Ardından herkes zümrüt usturlaba dair bir ipucu bulmak için adanın farklı yerlerine dağıldı. Aslında en baştan hissetmiştim bunun iyi bir fikir olmadığını. Ama insanları bilirsiniz. Hislerinizden çok kesin fikirlerinizi duymak isterler bazen. Herkes keşfe tek çıktı. Sadece ben yanıma sadık bir yardımcımı almıştım. Güneş bal rengindeydi. Batmak üzereydi. Yardımcımla beraber ne kadar dolaştık bilmiyorum. Ama her şey için çok geç olduğunu ansızın demir gibi bir uyku kanımıza karışmaya başladığında anladık. Nasıl uykuya geçtiğimi, bir yere çöküp çökmediğimi bile hatırlamıyorum. Uyandığımda bambaşka bir yerdeydim. Ağaçların üstünde sallanan yarım merdane biçimli mor meyveleri görür görmez efsanenin gerçek olduğunu ve gözlerimi açtığım yerin kimsenin 2. Kez kurtulamadığı ada olduğunu anladım. Zümrüt usturlaptan çok uzaktaydım. Yeşil şeytanları yenmekten de. Ağlamaya başladım. Ta ki pervasız adım sesleri duyana kadar. Tüm açlığıma susuzluğuma inat hışımla yerimden kalktım. Bu belalı adada kurda kuşa yem olmamaya kararlıydım. Denizi arkama aldım ve adım seslerinin sahibini anlamak için dikkat kesildim. Saniyeler sonra görüş alanıma giren manzara beni dumura uğrattı. Kimim idi bu manzara. Pırıl pırıl kıyafetleri, yüzü, elleri, boynu, saçları arasında mekik dokuyordu şaşkın gözlerim. Kafa üstü bluetooth kulaklık takıyordu. Beni görüyor muydu görmüyor muydu anlayamıyordum. Gözleri perdeleri çekili bir pencereyi andırıyordu. İrisinin kenarları altın bir halka gibi parlıyor, orta kısımları ise bal mı adını bu göz renginden almış bu göz rengi mi baldan almış karar veremediğim simli bir kahverengiyle şavkını üstüme düşürüyordu. Ondan korkmamıştım ama ona karşı ne hissedeceğime de karar veremiyordum. Kısaca uzaylı görmüş gibi bir histi onunla karşılaşmak. Efsane kanıtlanmıştı. Bir şey hariç. Farklı bir adada uyanan sadece bendim. Adamlarının hiç biri yoktu. Ve nerede oldukları hakkında en ufak bir fikrim de. Bırakın zümrüt usturlabı bulmak, üstüne adamlarımı da kaybetmiştim. Benim suçum değildi ama yine de sorumlu tutuyordum kendimi. Kum yerine pamuk tanelerinden oluşmuş kadar beyaz sahilin gölge bir köşesine çömelmiş kara kara düşünürken Kimim yanıma gelip oturdu. Yüzünde alaylı bir gülümseme vardı.

-Kes artık düşünmeyi, sen onlardan erken uyandın hepsi bu. Onlar iyi, sadece uyuyorlar hala, dedi beni şaşırtan kırgın tınılı bir sesle.

-Nerden bileceğim ben uyanmadan önce hepsini kesip yemediğini, dedim. Öyle güçlü bir kahkaha attı ki, adanın dört bir yanında kuş şakımaları gibi yankılandı.

-Bıçağımı kaybettim, gezinirken bir yerde görürsen bana getir lütfen, diye cevapladı memnun bir sırıtışla.


Acaba haklı mıydı? Gerçekten ben adamlarından erken mi uyanmıştım? En azından bir şeyi iyice anlamıştım. Zümrüt usturlabın olduğu adaya kimsenin 2. Kez uğramadığı ada denmesinin sebebi oraya gidenin bir daha dönememesiydi. Yeşil şeytanları yenip yenemeyeceğimi zaman gösterecek. Peki ama ya ... Kimim bu adada kulaklığını nasıl şarj ediyor acaba ?

58 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Sonbahar Üzerine

Zamanı geldi, Ankara her geçen gün aydınlık günlerini kaybediyor. İnsanın içini daraltan gri bulutların seferberliği başladı gökyüzünde....

DİŞ KİRASI

En kötüsü de ne biliyor musun: Daldaki meyvenin, bağdaki sebzenin tadı kalmadı sen gidince. Ne üzüm asmasındaki koruktan zevk alıyorum ki...

Comentários

Avaliado com 0 de 5 estrelas.
Ainda sem avaliações

Adicione uma avaliação
Yazı: Blog2_Post
bottom of page