top of page
Yazarın fotoğrafıEsma Nur Kılınç

TARÇIN AĞAÇLARI

Yine yıldızlı bir gece daha sona erdi. Gece gündüzün üzerini örtmüş, sıkı sıkı sarılmıştı fakat sonunda ikimizin de yıldızlı geceyi üzerinden atması, (yorganını ayağıyla tek seferde 2 metre öteye fırlattı) uyanması gerekti, doğması. Çıplak ayaklarım bu kez soğuk zemine değemedi. Boylu boyunca kütükle çevrelenmiş bu odayı güneş ateş topuna dönüştürmek üzereydi. Hadsizce bir hareketti bu, pervasızca, öyle ya! Pencereyi açtım ve düşüncelerimin buhar olup göçüşünü izledim. Biraz daha aşağılara baktım... ve yukarılara. Gözlerimi tekrar tekrar ovuşturdum. Evet, devasa bir kütüktü bu şehir, nasıl olur? Dikey ve göklere erişmiş, bir güzel yontulmuş kusursuz kütükler, içlerinde hali vakti yerinde, mühim insanları barındırıyor olmalıydı. Yatay ve kabuk tutmaktan besbelli büyük, kaba görünen fakat özünde ipince bu bedbaht kütüklerde fakirler yaşarlardı anca, tabii ya. Düşkünler, kesişler, yok olmaya dualı yoksullar. Görünenden hallice neyse o. İşçiler haksızca sırtlarına kütük parçaları yiye yiye çalıştırılırken, patronlar gölgelerinde nefes veriyordu. Bulutlar vardı, kesik kesik kütüklerden, biçimsiz ve aralıklı, fazla fazlalar, kanıyor yarası, kandan mı yağar yağmurlar? Büyükçe bir bezle sarılmış uçları, bilmezler mi kanasa iyileşir bu şehir. Yağmur gerek bu devasa ateş topuna. Kandan da olsa. Yağmur gerek yağmur! Yanıp tutuşacağız şimdi...

Pencereyi kapadım hızlıca, kendimi gerisin geriye attım. Yeterince şaşmalı bu işe, haykırmalı. Dostlarım, gün doğumları beni farklı yerlerde, başka ruh hallerinde doğurabilirdi... Evet ama bu, delice. Zıvanadan çıkmış, vay haysiyetsiz, derken kapısı çalındı şaşkının. Haklı bir kızgınlıkla açtı ve daha da kızgın görünmeye çalışarak nefes almadan üst üste söylendi:

-Ne diye kütükten bir şehre yardım dilenirsiniz? Yardıma muhtacız şimdi hepimiz. Nereden çağırdınız beni buraya, söyleyin, akıl işi midir bu, ne yaparsınız bu devasa kütükte, nasıl yaşarsınız?

Elinde gazlı bir lamba, akıl sahibi bir insan arar gibi, fakat umutsuz, sebebi sıcaktan besbelli, işte bu ihtiyar sonunda girişmek bildi söze:

-Görüyorsun buranın halini, güneş her doğuşunda cehenneme sürükler bizi, batışında ise buza çevirir. Tüm hayatımız donup çözülmekten ibarettir işte. Arası deresi yoktur bunun. Söyle bize, bizden daha yardıma muhtaç var mıdır bu evrende?

Şaşkın durdu ve düşündü. Çabucak ikna olup, görevini yerine getirmek üzere işe koyuldu.

-Gezdir bana şu şehri.

Rutubet kokan bu şehirde, zaman zaman bir buhar alır ki, gözlerinizin önü dahi zor görünür, hayret edersiniz. Bana bir merdiven biçmelerini isteyip, yaralı bulutların sargısını çözdüm, ben çözdükçe ferahlık geldi, kana boğulan bu şehir, buna razı gelmişti. Kütükleri neden kanatırsınız dedim? Sadece yaşamak için gereken şeyleri yaparız dediler. Keser biçeriz ağaçları, kuru ağaçtan başka bir şey yoktur ki zaten bu şehirde. Yalnız... şu böcekli kütüklerin sonunda bir yerlerde, tarçın ağaçları vardır. Bazen yıldızlı gecelerde, yıldızlar bir damla göz yaşı düşürdü de canlanıp büyüdüler, güneşle anlaşma yapmışlar gibi, büyüdükçe yeşillendiler. Fakat oraya ulaşmak neredeyse imkansızdır. “Ulaşamadığınız için çimlenmiş güzelim ağaçlar” deyiverdim. Neden sadece tarçın ağaçları vardır diye sorduğumda, tarçın kokusu bu kütükleri besler de canlandırır, asıl oldukları ağaçlara dönüştürür. Ağaçlar yaprakları ve meyveleriyle bizi esenliğe ve mutluluğa götürür, derdimize derman olur. İlahi bir güçtü size esenliği bu kadar yakın fakat erişilmez kılan, hatanızı anlayasınız diye, nereden bileceksiniz ki? Kanatmayın dedim kütükleri, elinizdeki tek mal varlık kütükken, ondan bile sınıflandırmışsınız birbirinizi. Yoksulların kütükleriydi böceklenen, devadan uzaklaştırmışsınız kendi kendinizi. Gözlerinizin önüne gelen buhar, işçilerin alın teri. Son verip de bu haksız yaşama, güneşe lanetler okumadan önce, düşünün. Bir olup birlik olup, toplayın tüm şehri, işçisinden patronuna, düşkününden, mühim adamına, temizleyeceğiz böcekli kütükleri... Şehrin tümünün kımıldadığı tablo, kandan yağmurlar yağarken üzerlerine, daha iyi gözüktü, tekrar pencerenin ardına geçtiğinde. Şaşkın gidip eşlik etti de beraberce didinip, tarçınlı ağaçlara yaklaştılar. Yaklaştıkça tarçın kokusu sardı şehri, kütükler özlerine dönmeye başladıkça, insanlar da özlerine ulaştılar sanki... Bulutlar lanet değil, yağmur yağdırdı. Sonunda vardığımızda, arkalarına dönüp bir baktılar da rüyalarına giren o şehri gözlerinin önlerinde gördüler. Koca bir gülümseme yayıldı şehre. Minnetle ellerinin üzerlerinde göklere fırlattılar bizim şaşkını, o da göklere erişti. Bambaşka bir yerde doğmak üzere, asıldı gökyüzüne. Tarçın ağaçlarını sulayan o yıldızlardan biriydi.

81 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Sonbahar Üzerine

Zamanı geldi, Ankara her geçen gün aydınlık günlerini kaybediyor. İnsanın içini daraltan gri bulutların seferberliği başladı gökyüzünde....

DİŞ KİRASI

En kötüsü de ne biliyor musun: Daldaki meyvenin, bağdaki sebzenin tadı kalmadı sen gidince. Ne üzüm asmasındaki koruktan zevk alıyorum ki...

1 Comment

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating
meymuneseymadilek
meymuneseymadilek
Mar 11

Yazınız çok güzel olmuş. Tebrik ederim. 🙏

Like
Yazı: Blog2_Post
bottom of page